DİZİLER HAYATIMIZIN NERESİNDE
Toplum üzerinde popüler kültürün oluşmasında en büyük etkiyi görsel medya oluşturuyor. Hal böyle olunca da televizyonlardaki program çeşitliliği her geçen gün artıyor. Ekran karşısında uzun saatler geçiriyoruz.
Televizyonda yayınlanan her program biz izleyenlere yaşamdan bir kesit sunarken, kişisel ve aile hayatlarımız üzerinde en büyük etkiyi diziler yapıyor. Gün geçmiyor ki her gece bir başka kanalda yeni bir dizi başlamasın.
Televizyon kanallarında diziler elbette olmalı ancak belli başlı kriterlerin yerine getirilmesi şartıyla...
Biz Türk insanı dizi izlemeyi seviyoruz. Hatta izlemekten öteye geçip o dizi karakterlerini hayatımızın içine sokuyoruz. Ya Bihter Ziyagil gibi bazı karakterleri ölüm
yıl dönümlerinde anıyoruz ya da dizideki kötü karakterleri gerçek hayatta karşımızda görünce kaba kuvvet uygulayabiliyoruz! Dizileri ve karakterleri bu kadar içselleştirebilme potansiyeline sahip bir toplum olduğumuz için bu anlamda dizi sektörünün çok seçici davranma zorunluluğu vardır.
Önceliği reyting kaygısı ve para kazanma isteği almamalıdır. Fakat üzülerek belirtmeliyim ki ilk gözetilen ana konular başrol oyuncuların alacakları yüksek ücretler, reklam sayısı ve tabii ki reyting sıralaması oluyor...
Oysa TV dizileri yapılırken ilk önemsenmesi gereken toplumun değer yargıları olmalıdır. Sosyal yapı üzerinde
bozucu etki yaratacak, çocuklara, gençlere, temel yapı taşı olan aile kavramına kötü örnek teşkil edecek mesajlar içermemelidir.
Halbuki iyi olanları tenzih etmek koşuluyla ( bu da bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda) bugünkü dizilerin işledikleri konulara baktığımızda erotizm başta olmak üzere ensest ilişkiden tutun da saldırganlık, şiddet, ihanet, yalan, entrika gibi konuları görüyoruz.
Maalesef gerek aile, gerek milli kültür yapımıza uygun olmayan bu içerikler artık ekranlarda sıradan hayatlar olarak önümüze sunuluyor. Üstelik neredeyse hemen her dizi birbirinin aynı.
Her kanalda bu tür yönlendirici, yanlış özentilere sebebiyet verici içerikleri izleyen genç beyinlerin hamuru ne yazık ki bu yönde şekilleniyor. Çocuklar, gençler ekran karşısında yaşanan bu hayatlara ya hiçbir zaman ulaşamayacaklarını düşünerek ümitsizliğe düşüyor veya yaşanmaması gereken yanlış hayatlara özeniyor.
Yapılan araştırmalarda 7-25 yaş grubu bu dizilerden en çok etkilenen kesim. Dizilerdeki hayatla gerçek hayatın arasında bocalayan gençler tabii ki hayranı oldukları dizi karakterlerini kendilerine rol model alıyor. İşin üzücü tarafı ise çocuk duyduğunu değil gördüğünü, izlediğini doğru sanıyor. Bu bağlamda da renkli ekranda gördükleri ilişkileri, davranışları taklit ediyor, sosyal ilişkilerini de dizilerdeki gibi şekillendiriyor.
Evet, gerçek yaşantılarımızda acılar, yalanlar, ihanetler ve gözyaşları mutlaka var. Gerçeğin bertaraf edildiği bir hayal dünyası yansıtılsın demiyorum. Diziler olmasın veya izlenilmesin de demiyorum. Ancak diziler insanı yaşamın stresinden bir nebze uzaklaştırmalı ve keyif vermeli; zaman zaman da yol göstermeli. Entrika, hesap kitap, ihanet, intikam gibi insanı dibe çeken, birbirine düşman eden veya sadece zenginliğe özendiren içerikler değiştirilmeli.
Belki senaristler insanların içine düştükleri bunalımlardan, bataklıklardan nasıl çıkabilecekleri yönünde çözüm sunabilen, bilinçlendiren ve insanları ayağa kaldırabilmek adına fikir veren senaryolar üretmeliler. Aslında bu mantık sadece diziler için değil tüm programlar için geçerli olmalı. Sonuçta ekrana yansıyan hangi tür program olursa olsun iyi bir mesaj sunmalı izleyiciye, bir misyonu olmalı.
Biz ekran karşısındaki izleyiciye de aynı oranda görev düşmekte. Bizler de izlediklerimizde daha seçici ve bilinçli davranarak, izleme alışkanlıklarımızı değiştirerek yayın akışına yön verebilir, etkili olabiliriz halk olarak. Zaten ilişkilerin, duyguların, aile yapısının ve toplumsal dayanışmanın kısacası her şeyin büyük oranda yozlaştığı bir zamandayız. Hızla ve sadece tüketim amaçlı bir toplum olmaya başladığımız yenidünya düzeninde ısrarla, iyi niyetle en azından yeni nesile doğru örnekler teşkil edebilmek adına bireyselden genele çabalamalıyız diye düşünüyorum.
Ferah Uzundurukan / Gazeteci