Son Dönemin Aranan Taze Kanı

Bazı kadınların bazı müziklere benzediğini hiç hissettiğiniz oldu mu? Bir Norah Jones müziği sakinliğindeki ve huzurundaki Leyla Lydia Tuğutlu, tam olarak sizde caz müziği etkisi yaratıyor; o konuşurken ve hatta konuşmazken bile arkada sanki piyanonun o büyülü sesi fonda duruyor.

Alman bir anne ve Türk bir babanın mükemmeliyetçi kızı olarak, seviyesini hiç bozmadan, profesyonel bir şekilde işini yapan bu genç kadının nahifliğinin sizi etkilememesi mümkün değil. Kibar, tatlı ve saygılı ünlü formatı artık kadro dışında kalmışken hele.

Elinde kahvesiyle sete geldiğinde ve kahvaltı yapmakta olan ekibe eşlik ettiğinde aslında düşündüğümüzün ötesinde bir Leyla ile karşılaşmadık. Ekrandaki imajın gerçekle örtüşmesi hali, insanın herhalde en iyi hissettiği anlardan biridir; gençlikte hayattaki en büyük korkulardan biri sevdiğiniz, hayran olduğunuz bir ünlünün hayalinizdekinden farklı bir yapıda çıkması değil midir? Leyla Lydia Tuğutlu’nun bu konuda sizi hayal kırıklığına uğratmayacağı her halinden belli.  Türkiye’nin en iyi erkek oyuncularından Kenan İmirzalıoğlu, Çağatay Ulusoy, Kerem Bürsin, Buğra Gülsoy gibi isimleri kariyer yolculuğunda yanına ekleyen, karşısına çıkan fırsatları şans, bunu devam ettirebilmenin ise disiplin ve azim işi olduğunu düşünen oyuncu, böyle bir dönemde böyle bir sektörde yerini sağlamlaştırma düşüncesinin bir illüzyon olduğunun farkında olduğundandır belki böylesi bir tavır içinde olması...

Hayatı çözmeye çalışan, ünlü olmanın o belirgin sınırları içinde boğulmayan, gereksiz ego yüklenmesi yerine teşekkür etmeyi bilen bu genç kadının insan üzerinde sakinleştirici bir müzik etkisi yaratmasının sohbetin sonuna doğru geldiğinizde müziğe olan ilgisinden kaynaklandığını düşünmeye başlıyorsunuz. Siz de onun tatlı sesini hayal ederek okuyun röportajı olur mu?



Bir gün bir dizinin/filmin başrolünde, ülkenin en başarılı erkek oyuncularından biri ile, tüm Türkiye’nin izlediği bir Leyla olmak hayalleriniz dahilinde miydi?
Böyle bir şeyi hayal bile edemezdim. Küçükken yapmak istediğiniz, hayal ettiğiniz çok fazla şey oluyor. Bunların arasında oyunculuk var mıydı hatırlamıyorum bile. Ama hayat yavaş yavaş beni buralara yönlendirdi.

Çocukluğundan bugüne Leyla Lydia Tuğutlu’nun hayatına dair bir kompozisyon yazmanız istense, hangi bölümlerin altını kalemle çizerdiniz? Hangi bölümler en önemli ve mesaj veren bölümler sizce?
Annemle babamın boşanması hayattaki ilişkiler üzerine algımı şekillendirdi, diğer yandan güzellik yarışmasına katılmam iş hayatına girmemi sağladı ve farklı kapılar açıldı önüme. O yüzden bir kompozisyon yazmam istense mutlaka bu konular önemli bir yer kaplardı.

Güzellik yarışmasında birinci olmanın insana dönüşü nasıl oluyor? Güzel olmak, bir de bunun tescillenmesi insana kendini nasıl hissettiriyor?
Kabul etmeliyim ki bana yeni kapılar açan, bana bir kariyere başlamaya yardımcı olan bir yarışmaydı. Ama güzelliğin ötesinde bir bütün olarak değerlendirildiğim bir yarışma oldu her zaman. Ve yurt dışına ülkemi temsil etmeye gitmek gerçekten heyecan vericiydi; okuyan, dil bilen genç bir kadın olarak. Benim için bunlar modern Türk kadınını temsil eden ve genç kızların örnek alabileceği bir kadın rol modeldi. Yani bu yarışmaya hep o gözle bakılıyordu.

Yaşadığımız dönemde en çok üzerine eğilinen ve dikkat çeken kelimelerden biri ‘farkındalık’. Sizin son dönemde hayatta neye karşı farkındalığınız arttı?
Sosyal medyayla beraber birçok konuya farkındalığımız arttı, yaşanan her şeyi duyuyor ve öğreniyoruz. Ama bunun dışında başka bir konu daha var beni ilgilendiren. O da insanların gittikçe insanın özünden uzaklaşıyor olmaları. Her şeye kolay ulaşabilir olmamız yani acı bir durumun mesela bu kadar çok gösterilmesi ve beynimize işliyor olması, vurdumduymazlığı ya da bu durumu normalleştirmeyi getiriyor. Saygısız olmayı, aklından geçeni söylemeyi cesaret gibi görüp alkışlıyoruz. Herkes bir başkasını kolayca yargılama hakkını buluyor kendinde. Anlamadan dinlemeden eleştiriyoruz. Farklı olana, bize benzemeyene tahammülümüz yok. Oysa insan olmak saygıdır, sevgidir, vicdandır, empatidir. Bunlardan yoksun birileri var, şaşırıyorum. Oysa en temel duygularımız bunlar bizim. Bunların farkına vardıkça, öncelikle ümitsizliğe kapılmadan ve bu döngünün içinde kaybolmadan kendime her gün bunları hatırlatıyorum. İnsan kendinden başlamalı. Benim algım değişirse başkasının algısını da iyi yönde değiştirebilirim. Her şeye rağmen iyi olursam bu güzel duyguyu karşıma da geçirebilirim. Ya da küçük bir adımla başkasını çok mutlu edebilirim. Kendimi düşünmek yerine belki birinin hayatına dokunabilirim. Bunlar küçük gibi görünebilir ama kendi çevreni güzelleştirmeye başlamak bile çok büyük bir adım.



Sakin, dingin ve huzurlu bir enerjiniz var. Hep mi böyleydiniz, böylesiniz?
Teşekkür ederim böyle düşündüğünüz için. İnanır mısınız önceleri bunu söylediklerinde anlam veremezdim. Şimdiyse bu özelliğimi seviyorum. Bunun için özel bir şey yapmıyorum. Bu halimi korumak istiyorum, çünkü bana iyi gelen bu.

Almanların hep Türklere göre disiplinli, kurallı olduğu söylenir. Bu kelimeler, Alman annesi olan biri için Türkiye’de yaşarken ne ifade ediyor?
Evet çok doğru. Almanların bu tarafını kesinlikle aldığımı söyleyebilirim. İşim konusunda disiplinliyimdir mesela. Disiplinli olmayan birileri olunca zorlanıyorum, çünkü bana çok garip geliyor bu durum. Diyorum ki; bu senin işin, sana bu yüzden güveniyorlar ve seni bu işe alıyorlar, nasıl böyle rahat davranabiliyorsun? Eskiden hiç anlayamadığım bir durumdu artık çok takılmamaya çalışıyorum başkalarında bu duruma.

Anneniz yoga ve meditasyon eğitmeni. Sizin bu alana ilginiz ne boyutta?
Annemin eğitmenliğe başlamasıyla ben de yoga yapmaya başladım ama daha yeni bu kadar önemli hale geldi hayatımda. O zaman annem beni yönlendirdiği için yapıyordum, şimdiyse bana kattıklarını daha iyi anladığım için. Gerçekten enerjime ve sağlığıma iyi geldiği için yapıyorum.

Annenizden öğrendiğiniz en önemli hayat dersi nedir?
Annem her zaman hayata güvenmemi söyler. Hayatta doğru veya yanlış karar yoktur. Bence bu hayatınızı değiştirecek bir bilgi.

Ünlü olmak ile ilgili sizi en çok şaşırtan, kabul etmekte zorlandığınız, idare etmeye çalıştığınız şey ne?
Sadece kendi adıma söylemeyeceğim bunu. Bu işi yapan insanlar göz önünde oldukları için hayatlarına çok müdahale edildiğini ve ağır eleştirilere maruz kaldığını düşünüyorum. Belki de bu yüzden özel hayatımı daha az göz önünde yaşıyorum.



Oyuncu olmanın en çok nesini sevdiniz?
Farklı duyguları yaşayabilmeyi, farklı karakterlere bürünmeyi... Çok zengin, kötü veya hasta birini oynayabiliyorsun mesela. İş yerin sürekli farklı yerlerde. Gün oluyor sabaha karşı alakasız bir yerde hiç o saate uymayacak konseptte bir sahne çekiyorsun. İnsanın gülesi geliyor kendi kendine. Öyle komik öyle deli bir iş bizimkisi. Her proje yeni bir yolculuk oluyor, bu da acayip bir heyecan.

Şu dönemde çok fazla genç oyuncuya sektör fırsat tanıyor, ama bu bir yandan da pek çoğunun kolay silinmesi anlamına geliyor. Yerinizi sağlamlaştırmak adına neler yapıyorsunuz? Kariyerinizle ilgili kaygı duyduğunuz zamanlar oluyor mu?
Evet zor bir sektörün içindeyiz. Başarılı bir iş çıkardıysan da kaygılar artıyor, bir sonraki adımına dikkat etmen gerekiyor. Ama yerini sağlamlaştırma düşüncesinin bir illüzyon olduğunun da farkındayım. Çünkü yerini sağlamlaştırmak gibi bir garantin yok. Şansın varsa doğru zamanda doğru projelerde sana inanan insanlarla çalışıyorsun ve ekranda sempati duyulan biriysen sana sunulan daha çok proje oluyor, ki onların da garantisi yok. Seçtiğin projelerden birkaç tanesinin başarısız olması bile her şeyin değişmesi demek. Bunu sektörü kötülemek için değil, maalesef böyle olduğu için söylüyorum. Bu işi yaparken bunun farkında olmak gerek.

Kızım dizisinin hayatınızda nasıl bir sayfa açtığını hissediyorsunuz?
Kızım’ın hayatımın olgun ve dinlendiğim bir dönemine denk geldiğini düşünüyorum. Daha farklı bir yerden yaklaşıyorum. Daha farkında ve gözlemciyim.

Cebimdeki Yabancı filminde de Buğra Gülsoy ile çalışma fırsatı yakalamıştınız. Buğra Gülsoy ile aynı dizide olmanın en iyi yanı nedir?
Buğra iyi bir oyuncu. İşine konsantre ve işe kalbini koyan biri.

Hayvanlar da son dönemde insanların farkındalık kazandığı konulardan biri haline geldi. Peki veteriner rolü sizde nasıl bir etki yarattı?
Böyle bir zamanda bu konunun işlenmesine seviniyorum. Küçük yaşta bir izleyici kitlemiz de var. Onlara hayvan sevgisini aşılayabilsek ne güzel olur. Bu arada ben de bir hayvansever olarak bir veterineri canlandırmaktan çok keyif alıyorum. İşe başlarken bir veteriner hekimle çalıştım ve sahnelerde yardımcı oldu bana.

Kızım dizisi ismi itibarıyla sizi çocuk sahibi olmaya dair yeni algılara yönlendirdi mi? Çocuk sahibi olmakla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Tabii ki çocuk sahibi olmak isterim ve bunun gerçekten güzel bir duygu olduğuna inanıyorum. Ama bunu egoistçe bir yerden değil de kendini hazır hissettiğinde ve kendini ona adayabileceğinden emin olduğunda yapmalısın. Ben çocuğumun iyi bir geleceği olsun isterim.



Aşık olmak üzerine duyduğunuz en güzel cümle nedir? Ya da siz aşk üzerine bir cümle sarf etseniz...
Aşkın iki kişi arasındaki duygudan çok daha büyük bir kavram olduğunu düşünüyorum. Hayatı her zaman aşık gibi yaşamalı insan.

Aşkta nasıl bir dönemdesiniz?
Olgun, aşktan daha büyük bir sevginin var olduğunu anlama dönemi.

Bugüne kadar yer aldığınız yapımlar, birlikte rol aldığınız isimler, yönetmenler ve senaristler çok iyi. Bu bir şans mı yoksa doğru strateji mi?
Karşıma çıkan fırsatlar şans, bunu devam ettirebilmek için disiplin ve azim ise işin stratejisi bence.

Günümüzde yetenek oyunculuğun yüzde kaçını kapsıyor sizce? Kendinizi ne kadar yetenekli buluyorsunuz?
Kriterler o kadar değişebiliyor ki. Ben mesela gerçekten iyi oyuncularla çalışmayı tercih eden yapımcılar da biliyorum, daha çok popülariteye bakan da. Ya da şanslı bir oyuncu olarak çok iyi bir projeye denk gelip oradan başka bir yere taşıyabiliyorsun başarını. Tabii ki yeteneğin yoksa yolun çok uzun olmuyor. Ama seyirci artık iyi veya kötü oyunculuğu da ayırt edebiliyor. Kendimle ilgili bir değerlendirme yapmak doğru olmaz burada ama şunu söyleyebilirim ki yeteneğimle ya da işimle daha ön planda olmayı tercih ederim.

Çok küçük yaşlarda ilgi duymaya başladığınız müzik, hayatınıza nasıl tesir etti ve bugün nerede duruyor?
Müziğin hayatımdaki yeri çok ayrı. Ben her ruh halinde müzik dinler onunla kendime gelirim. Üzüldüğümde de, aşk acısı çektiğimde de, çok heyecanlı olduğumda da müzik dinlerim hep. Benim ilacım gibi. Sevdiğim müzisyenlerin konserlerine gitmeye çalışırım. Evde piyanom var, arada onu çalarım. Müzik benim diğer tutkum. Mutlaka bununla ilgili bir proje yapacağım.

Peki sanatın başka hangi dallarına karşı ilginiz ve yeteneğiniz olduğunu düşünüyorsunuz?
Yazmayı seviyorum mesela ve de dans etmeyi. Dans eğitimi almak istiyorum.

Film festivalleri size ne ifade ediyor?
Festivaller bence sinemanın özgürce var olabildiği yerler. Bir festival filminde oynamayı çok istiyorum.

Modanın kadınlara sanki uyulması ve takip edilmesi gereken bir genel kültür hadisesiymiş gibi davranılmasına karşı siz modanın neresinde durmayı tercih ediyorsunuz?
Bu duruma tepkiliyim diyebilirim. Bence herkes kendini nasıl rahat hissediyorsa öyle olmalı. Kadınlara belli ölçüler ve belli tarzlar dayatılmasını yanlış buluyorum.



Hiç ‘ah bu ben’ dediğiniz, kendinize söz geçirmekte zorlandığınız konular oluyor mu?
Olmaz mı, mesela mükemmeliyetçi tarafım. Özellikle işlerde hep en iyisini yapma isteğim. Kendimi bununla çok yorduğumun da farkındayım. Ama bu benim.

Son dönemde kurduğunuz hayaller ne üzerine?
Dünyayı gezmek üzerine. Uzun uzun plan program yapmadan. Bir de her yerde güzel yemekler yemek.

Yabancı dizi izlemeye fırsat buluyor musunuz? İçinde yer almayı istediğiniz bir dizi oldu mu? Dark şahane bir Alman dizisi mesela. Bu tarz senaryolar ve çekimler sizde nasıl bir etki yaratıyor?
Evet Dark inanılmaz. Oturup sabah 6’ya kadar diziyi izledik. O kadar heyecanlıydı ki her bölüm, izlemeyi bırakamamıştım. Şimdi yeni sezonu çıkacakmış diye duydum. Tam bir bilimkurgu tutkunuyum o yüzden özellikle bu türde diziler izliyorum. Beni çok heyecanlandırıyor böyle işler izlemek. Tabii ki isterim yer almak. Fringe favorilerimden, o olabilir. Cast’ını çok sevmiştim.

En sevdikleri 
Şehir: İstanbul
Kitap: Kürk Mantolu Madonna
Film: Contact, Prometheus
Yemek: Makarna
Dizi: Fringe
Aksesuar: Saat, güneş gözlüğü
Renk: Siyah, kırmızı
Yönetmen: Martin Scorsese
Oyuncu: Johnny Depp
Tarihsel dönem: 60’lar
Günün saati: Gece
Vücudunda bir bölge: Gözler

 

 

 

 

 

Röportaj: Filiz Şeref 
Fotoğraf: Deniz Özgün
Styling: Rutkay Öziş
Saç: Ferit Belli
Makyaj: Hamiyet Akpınar
Styling Asistanı: Uğur Erilgici

elele.com.tr alınmıştır.